NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُسَدَّدٌ
حَدَّثَنَا
سُفْيَانُ
عَنْ شَبِيبِ
بْنِ
غَرْقَدَةَ
حَدَّثَنِي
الْحَيُّ
عَنْ
عُرْوَةَ
يَعْنِي
ابْنَ أَبِي
الْجَعْدِ
الْبَارِقِيَّ
قَالَ أَعْطَاهُ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
دِينَارًا
يَشْتَرِي
بِهِ
أُضْحِيَّةً
أَوْ شَاةً
فَاشْتَرَى
شَاتَيْنِ
فَبَاعَ إِحْدَاهُمَا
بِدِينَارٍ
فَأَتَاهُ
بِشَاةٍ
وَدِينَارٍ
فَدَعَا لَهُ
بِالْبَرَكَةِ
فِي بَيْعِهِ
كَانَ لَوْ
اشْتَرَى
تُرَابًا
لَرَبِحَ
فِيهِ
Urve, yani İbn
Ebi'I-Ca'd el-Barikî'nin dediğine göre;
Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem kendisine, bir kurban -veya koyun- [Şüphe raviye aittir.]
satın alması için bir dinar verdi. O da iki koyun satın alıp, birisini bir
dinar'a sattı. Bir koyun ve bir dinarı Rasulullah'a getirdi. Efendimiz
Sallallahu Aleyhi ve Sellem Urve'ye ticaretinin bereketli olması için dua etti.
Artık o, toprak satın
alsa kar ederdi.
Diğer tahric: Tirmizî,
buyu'; Ibn Mace, sadaka
AÇIKLAMA:
el-Barikî, Barik'a
mensup demektir. Barik, Ezd kabilesinden bir batındır. Bunların dedesi Barik b.
Adiy b. Harise'dir. Bu şahsa Barik denmesine sebep, bu ismi taşıyan dağın
yanına yurt tutmuş olmasıdır.
Önceki hadisi izah
ederken de söylediğimiz gibi, müdarabe; sermaye bir taraftan, emek bir taraftan
ve kar ortak olmak üzere kurulan ortaklıktır. Taraflar edilen kar'ı ortaklığı
kurarken yaptıkları anlaşmaya göre paylaşırlar.
Müdarib: Müdarabedeki
emek sahibidir. Yani sermaye sahibinin verdiği parayı kullanarak kar etmeye
çalışan kişidir. Buna amil de denir.
Rabbü'l-mal: Mal sahibi
demektir. Müdarabe ortaklığında sermaye sahibi olan kişiye denilir.
Hadisin isnadında;
Garkade'nin, kendisine "kabile"nin haber verdiğini söylediği
görülmektedir. Çünkü "el-hayy" kelimesi kabile manasınadır. Bu durum,
bazılarının hadisi delil almamalarına sebep olmuştur.
Avnü'l-Ma'bûd'da;
hadisin babın başlığı ile doğrudan bir ilgisinin olmadığına işaret
edilmektedir. Çünkü başlıkta, müdaribin rabbü'l-malin emrine aykırı davranması
söz konusu olduğu halde, hadis metnindeki hadise bir vekaletten ibarettir. Zira
Hz. Nebi (s.a.v.) Urve'ye, kendisi için bir ko¬yun satın alması için vekalet
vermiş, o da Rasûlullah'ın verdiği para ile iki koyun satın almış, birisini bir
dinara satıp Efendimize; hem elinde bir dinar hiem de bir koyun olduğu halde
dönmüştür. Hz. Nebi, (s.a.v.) de Urve i-in dua etmiştir. Urve bundan sonra
toprak satın alsa, kar edermiş. Bun-4an maksat bazı alimlere göre onun
kazancının bereketine işarettir. Bazıları ise, onun satılan toprakları alıp
satarak kar elde ettiğini söylerler.
Görüldüğü gibi bu
hadise bir müdarabe değil, vekalettir.
Biz önce bu hadisin içerisindeki
fıkhı hükümlere kısaca temas edeceğiz, sonra da babın başlığı olan müdarabe
konusunu ele alacağız.
Hadiste iki ana hüküm
göze çarpmaktadır:
1- Vekil, müvekkilin
menfaatine olan bir şeyi vekilin emrine uymasa bi¬le yapabilir. Buna göre
müvekkil vekilinden Özelliklerini belirterek tayin et¬tiği bir fiata bir mal
satın almasını istese, vekilin o parayla, istenilen özellik¬leri taşıyan iki
tane mal satın alması caizdir. Aynı şekilde bir şeyi satmakla vekil olan kişi o
şeyi müvekkilinin istediği fiattan daha fazlaya satabilir. Ya¬ni vekil,
müvekkilinin menfaatine olduğu takdirde, onun emrine muhalefet edebilir. Bundan
maksat; müvekkil, emrine muhalefet edildiğini öne süre¬rek malı kabullenmekten
imtina edemez.
Şevkanî'nin
naklettiğine göre Nevevî, Şafiîlerin görüşünün bu şekilde olduğunu söylemiştir.
Hanefîlerden Ebû Yusuf da aynı görüştedir. İmam Mu-hammed'den iki görüş
nakledilmiştir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre ise bu du¬rumda, müvekkil paranın
yarısını vererek satın alınan malın yarısını alır. Me¬sele Hidaye'de şu şekilde
tasvir edilmektedir: "Bir kimse başka birine bir dirheme on rıtıl et almak
üzere vekalet verse, vekil de on ntlı bir dirheme satılan etten bir dirheme
yirmi rıtıl alsa, müvekkile lazım olan, etin on rıtlını yarım dirheme almaktır.
Bu Ebû Hanîfe'ye göredir. Ebû Yusuf ve Muhammed ise, bir dirheme yirmi ritim
tamamını alması gerektiğini söylerler. Ku-dûrî'nin bazı nüshalarında
Muhammed'in görüşü, Ebû Hanîfe'nin görüşü ile birlikte zikredilmektedir."
2- Bir kimse başka
birinin malını, onun haberi olmadan fuzuli olarak satabilir. Tabii bu satışın
geçerli sayılması, mal sahibinin satışa icazet ver¬mesine (onaylamasına)
bağlıdır. Bu satışa, fuzulînin satışı manasına "beyu'l-fuzûlî"
denilir.
Ulemanın çoğunluğu
beyu'l-fuzulî'yi caiz görmüşlerdir. Seleften Hz. Ali, İbn Mes'ud, İbn Abbas ve
İbn Ömer (r.anhum), müetehid imamlardan Ebû Hanîfe, Malik, Ahmed b. Hanbel ve
ilk kavlinde Şafiî bu görüştedirler. Çünkü bu hadiste Urve (r.a), Hz. Nebi için
satın aldığı iki hayvandan birisini onun haberi olmadan satmış, Efendimiz de bu
satışı kabul etmiştir. İmam Şafiî'nin sonraki" görüşüne (kavl-i cedidine)
göre ise, fuzulînin satışı batıl¬dır, hiçbir değeri yoktur. İmam Şafiî, Hz Nebi
(s.a.v.)'in kişinin yanın¬da olmayan bir şeyi satmasını meneden hadisine dayanmıştır.
Üzerinde dur¬duğumuz bu hadis ile 3386 numarada gelecek olan ve kendi görüşüne
uyma¬yan hadisleri, Şafiî, senetlerinde meçhul şahıslar olduğunu ileri sürerek
delil olmaya elverişli görmez.
Yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi, fuzulînin satışını caiz görenler onu, mal sahibinin icazetine
bağlı görürler. Yani esas mal sahibi satışı kabul ederse satış tamamdır, kabul
etmezse geçersizdir.
Bir kimse başkası adına
onun haberi olmadan bir mal satın alsa, Hanefilere göre durum farklıdır. Satın
alan şahıs malı bizzat kendisi için almış olur. Dolayısıyla yapılan alışveriş
kesinleşmiştir, bozulamaz. Yalnız fuzûlî durumda olan müşteri isterse, kendisi
için satın aldığı malı o kimseye verir; ama bu yeni bir satış sayılır.
Şimdi biraz- da bu
bölümün esas konusu olan müdarabe ortaklığı üze¬rinde duralım:
Müdarabenin tarifini
yukarıda vermiştik. Bu tariften, onun ne tür bir akit olduğu da
anlaşılmaktadır.
Tüm akitlerde olduğu
gibi, bunda da akdin kurulması icab ve kabul ile olur. Yani taraflardan birisi
müdarabeye delalet eden bir sözle akdi teklif eder, diğeri de bunu kabul
ederse, müdarabe ortaklığı kurulmuş olur. Bu akde kıraz, mukaraza, muamele de
denilir.
Müdarabe iki çeşittir:
1- Mutlak müdarabe:
Zaman, yer, satıcı, alıcı ve bir ticaret türü ile ka¬yıtlanmamış olan
müdarabedir. Bu çeşit ortaklıkta müdarib, istediği yerde istediği kişilerle
istediği malın ticaretini yapabilir. Bu ticaretten dolayı so¬rumlu tutulamaz.
2- Mukayyet müdarabe:
Sermaye sahibi olan ortak, emek sahibinin ya¬pacağı ticarî faaliyeti bir yer,
zaman, tür ve bazı şahıslarla kayıtlarsa bu mü¬darabe mukayyed olur. Bu kayıt;
bazı yerlerde, bazı şahıslarla ve bazı sahalarda ticareti istememekle
olabileceği gibi, sadece oralarda o şahıslarla ve o sahada yapılmasını emir
suretiyle de olabilir. Müdaribin bu şartlara ri¬ayeti gerekir. Çünkü o bir
yönden sermaye sahibinin vekili gibidir. Vekil de vekil olduğu konuda
müvekkilin emrine aykırı davranamaz. Müdarib şayet sermaye sahibinin şartlarına
aykırı davranışta bulunursa, yaptığı faaliyet sa¬dece kendisine ait olur,
kar-zarar kendisine aittir. Diğer ortağın sermayesini iade etmesi gerekir.
Üzerinde durmakta
olduğumuz bab bu konu ile ilgilidir. Yani mudari-bin rabbü'l-mal'in emrine
aykırı faaliyette bulunmasının caiz olup olmadı¬ğını mevzubahs etmiştir. Şayet
müdarib ticaretinde rabbü'l-mal'in emrine uymasa elde edilen karın durumu
nedir? Bu meselede fakihler değişik gö¬rüşlere sahip olmuşlardır. Hattabî, bu
görüşleri şu şekilde özetlemiştir:
1- Kar, sermaye
sahibine aittir. Bu görüş İbn Ömer'den rivayet edilmiştir.
2- Kar sermaye sahibine
ait olur ve müdarib sermayeyi de damindir. Yani alışverişten kar edilirse bu
sermaye sahibine, zarar ise müdaribe ait olur. Bu görüş, Ebû Kılabe, Nafi,
Ahmed ve İshak'a aittir.
3- Elde edilecek kar da
zarar da müdaribe aittir. Ancak kar ederse bu karı sadaka olarak vermesi
gerekir.
Müdarib, sermaye
sahibinin faydalı olan şartına muhalefet edince ga-sib durumuna düşmüştür.
Dolayısıyla ihtilaf anından itibaren sermaye sahi¬binin koyduğu şartlara uygun
olarak davranana kadar sermaye telef olsa müdarib sermayeyi öder. Hane.fîler bu
görüştedir.
4- Kar, hukuken
müdaribe aittir, ama manevi mes'uliyetten kurtulmak için onu tasadduk etmelidir.
Bunu, Evzaî söylemiştir.
5- Eğer, sermaye
sahibinin alınmamasını istediği mal, sermayenin ken¬disi ile alınmışsa bu
alışveriş batıldır. Sermayeden başka bir malla alınmış¬sa, bu mal satın alana
(müdaribe) ait olur. Ancak, sermayeyi damin olur. Yani kan sermaye sahibine
ödemek zorundadır. Bu görüş de İmam Şafiî'¬nindir.
Hattabî'nin bu
ifadesinden anlaşıldığı üzere, İmam Şafiî'ye göre; mü¬darib, sermaye sahibinin
şartına aykırı bir ticarî faaliyette bulunursa bakı¬lır: Eğer aldığı malı,
kendisine verilen sermaye ile satın almışsa bu satın alış batıldır. Sermayeden
başka bir para ile almışsa bu alışveriş kendisine ait olur.
Şimdi de müdarabenin
sahih olması için gerekli olan şartları ve müdarabeyi fesheden şeyleri kısaca
gözden geçirelim. Bu şartlar Hanefîlerin ileri sürdükleri şartlardır:
Müdarabenin sahih
olması için:
1- Sermaye sahibi
vekalet vermeye, emek sahibi de vekil olmaya ehil ol¬malıdırlar.Yani akil ve
baliğ olmalıdırlar.
2- Sermaye para
cinsinden bir mal olmalıdır.
3- Sermayenin mikdan
belli olmalıdır.
4- Sermaye, müdaribe
(emek sahibi) teslim edilmiş olmalıdır.
5- Kar aralarında yan
yarıya, üçte bir üçte iki gibi oranlarla şart koşul-maiıdır. Kardan, mesela yüz
bini benim kalanı senin gibi bir ayarlama caiz değildir.
6- Her birinin kardan
alacakları hisseler önceden belirlenmiş olmalıdır.
7- Emek sahibine
verilecek kar hissesi, edilen karın kendisinden olmalıdır. Müdarabe ortaklığını
fesh eden. şeyler de şunlardır:
1- Sermaye veya emek
sahiplerinden birinin ölmesi.
2- Sermaye ve emek
sahiplerinden birinin sürekli bir şekilde cinnet ge tirmesi.
3- Taraflardan birine
sefeh sebebiyle hacr karan verilmesi.
4- Müdarabe süreli
olursa, sürenin bitmesi.
5- Sermaye sahibinin
emek sahibini azletmesi.
6- Emek sahibinin akdi
bozması.
7- Sermayede tasarrufa
başlanmadan, malın telef olması.
Sahih Bir Müdarebe
Akdinde Kar-Zararın Bölüşülmesi:
Müdarib. yaptığı ticarî
faaliyet sonucu kar elde ederse bu kar taraflar arasında şart koştukları orana
göre paylaşılır.
Müdafabeden, önce kar
edilir fakat daha sonra müdarabe malı telef olur veya zarar edilirse, bu telef
önce kardan karşılanır. Telefin karşılanmasın¬dan sonra kar kalırsa, şarta göre
bölüşülür; fakat kar telefi karşılamazsa, kalanı sermayeden ödenir. Müdaribe
herhangi bir sorumluluk yüklenemez. Bunu bir misalle izah edelim:
Sermaye 1 milyon olsa
ve yapılan bir ticarî faaliyet sonucu 500.000 lira kazanılsa, bu kar daha
bölüşülmeden tüm malın 600.000 liralık kısmı telef olsa, bu telefe önce 500.000
lira olan kar sarfedilir. Kalan yüz bin lira da sermayeden gider ve sermaye 900
bin liraya düşer.
Müdarabeden hiç kar
edilmez, zarar edilirse zarar rabbü'l-mal'e ait olur. Çünkü müdarib emindir,
vekil mesabesindedir.